Hasan Özen
Hasan Özen
09 Mart 2020 Pazartesi 09:08
Asıl Olan Kanunları Değil Zihniyetleri Değiştirmektir

Havva Şahin yaptığı açıklamasında şu ifadeleri kullandı; "8 Mart Dünya Kadınlar Günü, her sene kadına ait sorunların ve çözüm yollarının konuşulduğu gün olmaktan öteye geçemedi. Her yıl aynı şekilde, toplumun birçok kesiminde birbirini tekrarlayan çalışmaları görüyoruz. Gün bitince, gündem değişiyor, problemler yarına devrediyor. Biz buradaki çözümsüzlüğü, doğal olarak her yıl birbirinin tekrarı fotoğrafın çekilmesini, tedavi reçetesindeki yanlışta buluyoruz. Kadına ait sorunlar aslında “insana” ait sorunlardır. Doğal olarak kadın erkek, birlikte konunun muhataplığı söz konusudur. Konuyu sadece kadınlara lütfetmek diye anlar, bu şekilde politikalar üretme kolaycılığına düşersek, hem sorunlar çözülmez hem de toplumun huzur ve doğru yapılanmasını bozmuş oluruz. Toplumsal hayat kadın ve erkek ile biçimlenir. Her iki cins yaradılışlarından gelen özelliklere uygun olarak toplumsal hayatta varlık gösterirler ve toplumun huzuruna katkı sağlarlar. Kadın ve erkeğin birbirine göre biyolojik, psikolojik, farklılıkları vardır. Bu farklılıklar üstünlük atfetmekten ziyade, birbirini tamamlayıcı özellikleri doğrultusunda sağlam yapıyı oluşturmaktadır
 
8 Mart dolayısıyla günümüz kadınlarının sorunlarını ele alırken, günümüz insanının da sorununu konuşuluyor buluyoruz kendimizi. Tesirini hayatın her alanında hissettiğimiz kapitalist sistem, eşref-i mahlûkat dediğimiz insanı öğütmek üzerine kurulmuştur. Bu düzen güçlünün güçsüzü yok etmesini meşrulaştırdığı için tüm toplum için olduğu gibi kadın için de pek çok zorluğu da beraberinde getirmektedir. Bu zorlukların en başında, kadını da çok boyutlu etkileyen geçim sıkıntısı gelmektedir. Doğal olarak çalışmak zorunda kalan kadınımız çalışma hayatında büyük problemlerle karşılaşıyor. Evine ek gelir getirebilmek için ağır şartlarda çalışmak zorunda kalıyor. Fıtratına uygun olmayan zaman ve zeminde, sosyal güvenceden mahrum, düşük statü ve ucuz işgücü altında çalışmak durumunda kalan kadın, mutsuzlaşıyor. Çalışma hayatı ile ailesi arasında sıkışıp kalıyor. Öyle ki, annelik Vasıflarını yerine getirmekte zorlanıyor, varsa evladına hasret kalıyor. Bu konu üzerinde ısrarla durmakta fayda var çünkü aile toplumun temeli, kadın ise ailedeki en önemli unsurdur. Eğer kadın aile içindeki görevini kâmil manasıyla yerine getiremez, çocuklarıyla tam olarak ilgilenemezse aile temellerinde çatırdamalar meydana gelir ve toplum yapısı bozulmaya başlar. Bugün aile mefhumu ciddi anlamda tehlike altındadır. Çalışma hayatını seçmiş bir kadının şartlarını, eşitlik ilkesinden ziyade adalet ilkesi üzerine bina ederek düzenlemek devletin vazifesidir.

Özelde kadınların genelde ise tüm insanlığın en büyük sıkıntılarından biri de şiddettir. İnsanlık tarihi incelendiğinde, fiziki güç ve kuvvete sahip olanların, diğer canlıların üzerinde tahakküm uygulamayı, kendilerine hak sebebi saydığını görüyoruz. Bu “kuvveti üstün tutan medeniyetlerin” zihniyetidir. Günümüzde bu zihniyetle yetişen ve topluma katılan bireyler, maalesef “hakkı üstün tutmayı değil, güçlü olmayı” hayatlarının merkezine koymuşlardır. Bu fikir yapısına sahip insanlar, şiddetin
Uygulayıcısı olarak çıkıyor karşımıza. Kadına şiddeti hak sayanlar, töre cinayetleri, çocuk yaştaki gelinler, memleketimizin derin yaralarıdır. Kadına uygulanan şiddeti sadece fiziki şiddet ile sınırlandıramayız. Yanı sıra psikolojik şiddet ve ekonomik şiddet de kadınların büyük mağduriyetidir. Devlet, uygulanan şiddetin önüne geçebilmek için, “panik butonu”, “konuk evleri”, “kadına şiddete son: alo 183 hayat kurtarır” projeleri ile tedbir almaya çalışıyor. Ancak istatistikler gösteriyor ki alınan tedbirlere, çıkarılan yasalara, uluslararası sözleşmelerle, kadının bilinçlendirilmesine rağmen şiddet her geçen gün artış göstermektedir. Ülkemizdeki eğitim seviyesi, yükselmesine rağmen kadına uygulanan şiddetin oransal büyümesi de bizi kaygılandırmaktadır. Anlaşılmıştır ki şiddete, sadece diploma ile çözüm bulmak, yeterli değildir. Alınan tedbirlerin yetersizliği ve çözüm sağlamadığı ortada. Bu konuda duyarlı olmak hepimizin insanlık vazifesidir. Bireye ceza en üst seviyeden verilmelidir. Bunları konuşurken, medya ve reklam sektöründe kadın bedeninin bir “meta” olarak kullanılmasını da “en büyük istismar” olarak görüyoruz. Bunun sistematik olarak yapılması ve müsaade edilmesi de burada konuşulması gereken önemli bir konu.

Kadına uygulanan şiddetin başka bir boyutu daha var ki; oda “savaş” kadınlarının yaşadıklarıdır. Çünkü erkekler savaşta bir kere ölmektedir. Savaş kadınları ise uğradıkları zulüm ve işkencelerle her gün bin kere ölmektedir. Bosna savaşında erkekleri öldürülen 20 binden fazla kadın tecavüze uğramıştır. Ruanda’da aynı kaderi paylaşan kadın sayısı 15 bindir. Irak savaşında çocuklarından ayrılan, göçe maruz kalan, işkence gören, tecavüze uğrayan kadın sayısı yaklaşık 1 milyondur.
Ve çok üzülerek söylemeliyiz ki, bugün Kuzey Afrika’da, Myanmar’da, Arakan ’da, Doğu Türkistan’da Ortadoğu’da, Filistin’de, sınırımızın hemen yanı başında, savaş için deki kadınların uğradığı şiddet, işkence, tecavüzler göz ardı edilmektedir. Savaş sonucu ülkemize mülteci olarak gelen 3 milyon Suriyeli kadının yasadığı mağduriyet bizi derinden yaralamaktadır. Hükümet mülteciler için doğru şekilde sevk ve idare gerçekleştirememiştir.

Bir lokma ekmeğe muhtaç kadınlar, çaresizlik girdabına sürüklenmiştir. Ekonomik sıkıntılar, sosyal boyutta problemlerle toplumun her kesimini etkilemiştir. Son dönemlerde her gün bizi çok derinden üzen haberlerle uyanıyoruz. Hatta hepimizin içinden bu ülke ne zaman bu hale geldi diye geçiyordur. Öncelikle bir anne olarak çocuklarımızı nasıl bir toplum emanet edeceğimizi düşünüyoruz. Saadet Partisi Kadın Kolları olarak toplumun her kesiminden insanla bir araya geliyor ve istişarelerde bulunuyoruz. Ve emin olun toplumun en önemli sorunu nedir diye sorduğumuzda hepsinden aynı cevabı alıyoruz. Herkes bu sorunun “ahlak sorunu” olduğu üzerinde duruyor. Biz bu soruna sebep olacak ihmalleri çok uzun yıllardır söylüyoruz. “Önce ahlak ve maneviyat” ilkesini ön plana çıkarmamızın sebebi de budur. Ancak ne yazık ki gerek eğitim sisteminin bozulması gerek aile mefhumunun zedelenmesi gerekse kabul edilen uyum yasaları ile toplum temeline ciddi dinamitler atılmış ve gördüğünüz bu tablo ortaya çıkmıştır. Bunun tek bir çözümü vardır. Uygulanılan tüm politikalarda önce ahlak ve maneviyat ilkesinin gözetilmesidir. Bunun içerisine bireysel ahlâk, toplum ahlâkı, eğitim ahlakı hatta siyaset ahlâkını bile alabilirsiniz. Eğer devleti yönetenler bu çizgiye riayet edemezlerse toplumdan çok da güzel bir tablo beklememek lazım.
 
8 Mart Dünya Kadınlar Gününde, kadınlarımızın sorunlarına çözüm bulmak, sıkıntıları azaltmak istiyorsak eğer; sorunları “ne kadına ne de erkeğe indirgemeden,” aileyi ve toplumu bir bütün olarak alıp, hep birlikte kucaklayarak çözme yoluna gidilmelidir. Batı’nın bize taktığı zihniyet prangalarını çözmeliyiz. Kadının, ailedeki ve toplumsal hayattaki yerine ait bakış açısı, medeniyetimizin bildirdiği referanslar çerçevesinde değiştirilmelidir. Hakkı üstün tutmak, hak merkezli bir hayat sürmek, adalet ve sevgi ile şefkat ile meseleye yaklaşmak çok önemlidir. Aileyi oluşturan unsurlar olarak kadın ve erkeği birbirinin tamamlayıcısı olarak görmek, gönüllü fedakârlıkları, karşılıklı yapmak, hem ailenin huzur ve birliğini tesis eder, hem de bireylerin.

Saadet Partisi Kadın Kolları olarak diyoruz ki, kadın ve erkek ortaya çıkan sorunlarda da çözümlerde de, birbirinden ayrı düşünülmemelidir. Yaşanan sorunlar tüm toplumun sorunları, çözümler de hep birlikte bulunacak çözümlerdir
 
Huzurlu bir toplum, kadın ve erkeği birbirinden ayrıştırmadan, el ele vererek kurulacaktır."
 

Yorumlar

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol